19 Haziran 2010

Anelka:"O.Çocuğu Domenech"

Meksika maçında Fransa ilk yarıda sahada yürüyor. Takımın damarlarından kan akmıyor. Anelka da garibim ileride tek başına. Gol lazım değil mi? İkinci yarıya Gignac ile başlıyor Domenech, Anelka çıkar mı? Çıkmaz da, Domenech işte. Zaten kimse Fransa'nın kazanmasını istemiyor. Fransa şimdi mucize bekliyor. İşler yolunda gitmeyince de soyunma odasında yaşananlar dışarıya sızıyor tabii. Anelka devre arasında soyunma odasında taktiği eleştiriyor. Ben senin istediğin "9" olamam diyor. Sonra ortalık karışıyor. Anelka çıldırıyor ve basıyor küfürü "Git kendini s..tir, O..... çocuğu...". Domenech efendi de çıkıyorsun oyundan diyor. L'Equipe'in bir de iddiası var: Anelka ve Ribery'nin takım içinde birbirlerini kolladıkları ve Gourcuff'a forma giydirmedikleri. Ortak noktalarını biliyorsunuz, böyle komplo teorilerini sevmem ama herkes bu ikili üzerine oynuyor. Küfürü hakeden Domenech olayı raporluyor. Fransızlar bugün öğleden sonra Anelka'nın ipini çektiler ve milli takım kadrosundan çıkardılar. Anelka için iyi oldu! Kalsa Güney Afrika maçında Domenech forma vermeyecekti, erken tatile gider şimdi..

Brezilya-Fildişi Sahili Kaç Kaç?

Pazar akşamı sıkı maç var. Brezilya-Fildişi Sahili. Her zamankinden yapıyoruz. Skor ve golleri atanları tahmin ediyorsunuz.

Schuster-Raul-Beşiktaş

Schuster'in Onda Cero'ya yaptığı açıklama: "Bir golcüye ihtiyacımız var. Beşiktaş geçen sezon 45 gol attı. Takımın en çok gol atan oyuncusu da 13 gol atmış. Raul, Türkiye'ye gelmek ister mi? Bunu bilemiyorum."

Dünya Kupası Gün #8

Bütün sezon maçlarını gece oynayan futbolcuların gündüz maçlarında zorlanması ufak bir detay elbette Dünya Kupası’nda. Avrupa saatiyle 13:30’da maça çıkmak en az Almanları etkiler galiba Bundesliga’da gece maçı olmamasından dolayı. Ballack da sakatlanınca tamamı kendi liginden onbirle mücadele eden Almanlara, Avustralya maçından sonra o kadar övgü geldi ki nazar değdi Sırbistan maçında. Favoriydiler, öyle de başladılar maç Almanlara doğru akıyordu. Mallenco’nun savurduğu sarı kartların ilkini yiyen Klose, 36. dakikada 2. sarıyı görüp atıldıktan sadece 2 dakika sonra Sırbistan’ın golü bulmasıyla dünya tersine döndü. Badstuber’in sol bekte oynatılması elbette hata. İlk maçta ortalıkta görünmeyen Krasic’in ortası güzeldi. Dünyanın en heybetli santrforuna stoper kademesine giren Lahm’ı kafa topuna çıkartmak ise oyunun adaletsizliği! Öyle bir göze gelmişler ki Khedira’nın direkte patlayan topu, Podolski’nin kaçan penaltısı derken, Sırbistan yakaladıklarını da atsa üçlük olacaklardı. Mesut ilk maçın ardından Türk olduğunu bir kez daha ispatladı! Biz övgüden sonra havalanırız, devamlılığı yoktur bizim yıldızlar. Sahada hayalet gibi gezdi. Tabii bunda Avustralya’nın tandem ve ön liberolarının kurduğu üçgende fink attıktan sonra Sırbistan’ın sert adamlarının karşısına çıkmasının da payı var. İlk maçta çok kötü oynayan Sirbistan dükkanı tekrar açarken, Almanlar için de ince bir ayar oldu bu 90 dakika. ABD-Slovenya maçında ABD favorimdi. Bu maçı iş yüzünden izleme şansım olmadı ama ABD 2-0’dan yakaladığı beraberlikle bir üst tur kapısını açtı.
İngilizlerin fark atmasını hatta Rooney’ın hat-trick yapmasını bekliyordum. Cezayir vasat bir takım bile değil bu turnuvada. Capello’nun adamları topa sahip olmada bile üstün çıkamadılar 90 dakikadan. Gerrard ve Lampard gibi oyunun iki tarafını da oynayan oyuncuların olduğu takımlar gol pozisyonunu da giremiyormuş (!) Demek ki bu oyun iki tarafını da oynayan x ve y ile açıklanmayacak kadar karışık!Bu Cezayir’e Chelsea ve Man. United 30 dakikada 3 gol atardı. İngiliz Milli Takımı, kendi liginde ilk 5’e giremez. İki yıl uğraşmış, finallere gelmişsiniz ama kıpırdayan yok, Premier Lig temposunun yarısına ulaşamadılar. Ekrana devamlı Beckham geldi, yönetmen futbolu biliyor ama bizim spiker bir kez olsun bağlantıyı kuramadı. Son 50 yılın en yaşlı onbiriyle sahaya çıktılar, geçenlerde yaş ortalamasının 25 ve altına düştüğünden bahsetmiştik. Bu da İngilizlerin büyük derdi. Capello ve Rooney turnuvanın büyük hayal kırıklığı ama Slovenya’yı yendikleri takdirde gruptan çıkacaklar. Sonrası çok ama çok zor. Son olarak bir sorunun cevabını aldık. İngiliz taraftarlar neden maç sabahı içmeye başlar ve akşama kadar durmazlar? Bu İngiltere ayık kafayla çekilir mi?

18 Haziran 2010

Premier Lig 2010-2011 Fikstürü

Premier Lig 2010-2011 fikstürü çekildi. Lig 14 Ağustos'ta başlayacak. 22 Mayıs'ta sona erecek. İlk hafta maçları, büyüklerin aralarındaki maçlar ve 38 haftanın fikstürü.
1. Hafta
Aston Villa v West Ham
Blackburn v Everton
Blackpool v Wigan
Bolton v Fulham
Chelsea v West Brom
Liverpool v Arsenal
Man Utd v Newcastle
Sunderland v Birmingham
Tottenham v Man City
Wolverhampton v Stoke

Arsenal:
v Liverpool (A) Aug 14
v Chelsea (A) Oct 2
v Manchester City (A) Oct 23
v Everton (A) Nov 13
v Tottenham (H) Nov 20
v Aston Villa (A) Nov 27
v Manchester United (A) Dec 11
v Chelsea (H) Dec 26
v Manchester City (H) Jan 4
v Everton (H) Feb 1
v Tottenham (A) Feb 26
v Liverpool (H) April 16
v Manchester United (H) April 30
v Aston Villa (H) May 7
Chelsea:
v Manchester City (A) Sept 25
v Arsenal (H) Oct 2
v Aston Villa (A) Oct 16
v Liverpool (A) Nov 6
v Everton (H) Dec 4
v Tottenham (A) Dec 11
v Manchester United (H) Dec 18
v Arsenal (A) Dec 26
v Aston Villa (H) Jan 1
v Liverpool (H) Feb 5
v Manchester City (H) March 19
v Tottenham (H) April 30
v Manchester United (A) May 7
v Everton (A) May 22
Liverpool
v Arsenal (H) Aug 14
v Manchester City (A) Aug 21
v Manchester United (A) Sept 18
v Everton (A) Oct 16
v Chelsea (H) Nov 6
v Tottenham (A) Nov 27
v Aston Villa (H) Dec 4
v Everton (H) Jan 15
v Chelsea (A) Feb 5
v Manchester United (H) March 5
v Manchester City (H) April 9
v Arsenal (A) April 16
v Tottenham (H) May 14
v Aston Villa (A) May 22
Manchester United
v Everton (A) Sept 11
v Liverpool (H) Sept 18
v Tottenham (H) Oct 30
v Manchester City (A) Nov 10
v Aston Villa (A) Nov 13
v Arsenal (H) Dec 11
v Chelsea (A) Dec 18
v Tottenham (A) Jan 15
v Aston Villa (H) Feb 1
v Manchester City (H) Feb 12
v Liverpool (A) March 5
v Everton (H) April 23
v Arsenal (A) April 30
v Chelsea (H) May 7
Tottenham
v Manchester City (H) Aug 14
v Aston Villa (H) Oct 2
v Everton (H) Oct 23
v Manchester United (A) Oct 30
v Arsenal (A) Nov 20
v Liverpool (H) Nov 27
v Chelsea (H) Dec 11
v Aston Villa (A) Dec 26
v Everton (A) Jan 5
v Manchester United (H) Jan 15
v Arsenal (H) Feb 26
v Manchester City (A) April 16
v Chelsea (A) April 30
v Liverpool (A) May 14

The Fab 4

Cezayir maçının sabahı İngiltere'de Daily Mirror'un birinci sayfası. Rooney ile Barry olmuşlar vallahi, Lampard'a gülüyorum hala.

Dünya Kupası Gün #7

Dün İtalyan basınında güzel bir benzetme vardı. Bu Dünya Kupası’nın Mourinho’su, Maradona. Ne futbol felsefesi; ne de sahaya dizdiği takım için söylemiyorlar bunu elbette. Mourinho, İtalya’da 2 yıl boyunca herkesle kavga etti. Herkes ona sataştı, o da kimseyi cevapsız bırakmadı. Enerjisini de buradan aldığını söyleyebiliriz. Mourinho savaşırken, takımı arka planda vitrinden düştü ve kafaları rahat maçlara çıktılar. Maradona da böyle. Herkes ona saldırıyor, Pele’den Kaiser’e, Plantini’den sokaktaki adama kadar! O da cevapsız bırakmıyor. Pele’ye müzeye gitsin demiş, ne güzel demiş. Maradona gelen eleştiri ve hakaretleri göğsünde yumuşatıp şutlarken, takımı da gölgede keyfine bakıyor. Güney Amerikalılar bu maça kadar kaybetmemişti. Güney Kore ilk maçlarda Almanya, Şili ve Arjantin ile en iyi takımdı. Kendi kalelerine atana kadar da iyi mücadele ettiler. Golde hata aramam, altı pasın içine atılan pimi çekilen el bombasıydı. Bu turnuvada arka direk bereketi var. 2-0’ın ardından Güney Koreli futbolcu olsam bırakır giderdim (!) Karşında Messi, kenarda Maradona, ne yapacaksın maç mı çevireceksin? Sağolsun Demichelis maça heyecan getirdi. Kore ikinci yarının ilk çeyreğinde o topu içeri atabilse, elbette ki Cambiasso çığlıkları atılacaktı. Arjantin 5+5 oynuyor. Veron’un yokluğunda göbekte Maxi oynayacaksa... Maradona tam bir kumarbaz. Bu kafada bir teknik adamın kupa kazanma şansı çok az. Sert rakipler karşısında orta sahadan başlamak üzere kaleye doğru derin bir çatlak oluşur. Neden Milito yok Higuain feryadına da cevap hat-trick oldu. Garip oyun işte. 2-1’in ardından Arjantin orta sahasının dili dışarıya çıkmaya başlamışken devreye Messi girdi ve maçı aldı götürdü.Yunanistan-Nijerya maçının ilk yarısını kaçırdım. Kırmızı kart oyunu belirledi. Nijerya’nın kaçırdığı akıllara ziyan pozisyon da maçın kırılma noktası. İlk maçta en iyi seçilen Nijerya kalecisi de ikramı esirgemedi. Kore maçında kötüden öte olan Yunanistan, 2004 finalinden sonra ilk kez kazandı büyük turnuvalarda ve Dünya Kupası’nda da ilk gollerini attılar.
Fransa ‘ya dünyanın dört bir tarafından o kadar çok beddua eden var ki, sahadaki 10 kaliteli adamın ayakları sanki birbirine bağlanmıştı. Meksika bu kez çok daha fazla mücadele etti. İlk maçın aksine sahaya daha iyi yayıldılar ve rakip defansa sağlam pres koydular. Domenech ısrarı, Fransızları bir kupadan daha etti. Gourcuff’u kulübeye gömmek ve orta sahayı beyinsiz bırakmak akıl karı işler değil. Ribery’nin de eski büyüsünü yitirdiğini ve tek başına maç alan adam kimliğinden uzaklaştığını söylemek lazım. Üçüncü maçta Uruguay ve Meksika elbette ki berabere kalacakler, yedek kadrolarla bir ter idmanı olacak. Fransa da 2002’den sonra 2010’da da vedayı golsüz yapmamak için G.Afrika karşısında kasacak. Atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra neye fayda!

Yokluğunda çok maç izledik, neredesin nerede?

16 Haziran 2010

Dünya Kupası Gün #6

Almanlardan sonra en iyi futbolu Şili'nin oynaması takımın yaş ortalamasına bağlanabilir mi? Deneyelim. Şili onbiri sahaya çıkana kadar turnuvanın en genç onbiri Almanya forması giyiyordu. 25 yaş ortalamayı Şili 24'e çekti. İki maçtan bir doğru çıkarmayalım ama futbolun geleceğinde hızlanan oyunun 30 yaş üstünü kabul etmeyeceği ve tecrübeli dediğimiz 27 yaşın da yoğun maç trafiğinde Messi'nin çağı olan 23-24'e çekileceğini bir kenara not edelim. Şili ilk 5 dakikada şunu gösterdi. Biz futbola açız kardeşim. İştahlı başladılar ve futbol oynamaya niyetleri olduğunu belli ettiler. Elbette ki kadife ayakların da bunda payı var. Alexis Sanchez rakibin kanadı süpürdü, Fernandez ve Medel de yakışıklı futbo oynadılar. Bielsa turnuvanın en iyi teknik adamlarından biri. 3'lü defans denemesi başına ne işler açacak sonraki maçlarda göreceğiz ama hücum hattında büyük keyif veriyorlar. İki takım da golcü Suazo'ların olmamasının dezavantajını fazlasıyla hisseden Honduras oldu. Zaten şans verilmeyen bir takımdılar ama en azından diğer takımlar gibi silik bir oyun yerine Şili'nin temposuna ayak uydurdular. Skor yanıltıcı olabilir, Şili olmayacak golleri kaçırdı, maçın hakkı en az Almanya'nın skoru kadardı.İspanyol bir gazeteci diyor ki: "15 gün önce İsviçre'nin kampındaydım. Bize bir gol bile atabileceklerine inanmıyorlardı." Kaçırdığı nokta yememeye inandığıydı İsviçre'nin. 2006'da bir üst tura yemeden çıkan, Ukrayna'ya da penaltılarla yine normal sürede yemeden elenen İsviçre, kupalarda 5 maçtır gol yemiyor. Senderos'un ilk yarıda sakatlanıp çıktığı oyunda başta kaleci olmak üzere hatasız oynadılar. Amaçları belliydi, arada bir tane sıkıştırırsak kazanırız, açılırsak bizi mahvederler. Kupada Mourinho felsefesi ağır basıyor. Buna İsviçre'nin haddini bilmesi de diyebiliriz aslında. En güzel futbolu vaadeden İspanya'da Senna'nın yokluğu ritmi bozuyor. Busquets burada da en zayıf halka. Ona David Silva'nın etkisiz oyunu ve Iniesta'nın da sakatlıktan dönmesi nedeniyle hazır olmamasını eklersek, dişlileri yerli yerine oturtamadılar. Buna bir de Villa ve Torres'in son vuruşlarda kalitelerinin çok uzağında kalmalarını eklersek bir de üstüne futbolun tanrıları böyle istedi dersek, İsviçre galibiyeti normal sonuç işte! İspanya'nın işi zor. Dünya Kupası tarihinde ilk maçını kaybedip kupayı alabilen bir takım yok. 82'de Almanya, 90'da Arjantin, 94'e İtalya ilk maçlarını kaybedip, finale gelebilen ancak orada kaybeden ülkeler.Uruguay, Fransa karşısında rezaletti. Domenech'li Fransa'ya ayak uydurup çile çektirmişlerdi. Bu kez Cavani takviyesiyle kazanacağız mesajıyla çıktılar. Kolay bir galibiyet oldu. Forlan ilk golde Man. United'a atan Bolic'e selam çaktı. Güney Afrika ilk maçta risk almamıştı, bu kez de almadılar, ya da alamadılar. Bu kadroyla buraya kadar. Dünya Kupaları tarihinde ilk iki maçından birini bile kazanamayan ev sahibi takım olarak tarihe geçtiler. İki sakatlık notuyla günü bitirelim. İtalya'da kaleci Buffon iki maçta yok. Pirlo ise 2. maça yetişecek gibi görünüyor...

Schuster ve Quaresma

Madem Schuster ve Quaresma Beşiktaş'ta buluştu, 2 yıl önceki bir transfer mecarasını anlatayım. Alman teknik adam acaba Portekizli yıldızı beğenir mi? Çalıştırdığı takıma ister mi? Bakalım. 2 yıl önce Ağustos ayı. Real Madrid, Schuster'in ilk sezonunda şampiyon olmuş, Capello-Schuster ikilisi, Barça'da Rijkaard dönemini sona erdirmiş. Robinho takımdan ayrılmak istiyor, hatta Schuster için de İspanyol medyasında ağır ifadeler kullanıyor. Chelsea, Robinho için istekli. Real Madrid de satmaya kararlı. Onun yerini dolduracak isim istiyorlar. Schuster, "Porto'dan Quaresma" diyor. Madrid medyası da seviyor bu transferi. Portekizli gelecek kendisini kapı önüne koyan Katalanlardan intikam alacak. Onda da bu yetenek var zeten. Transferin son günü yaklaşıyor. Manchester City parayı bastırıyor. Chelsea devre dışı kalıyor ve Robinho, City'e gidiyor. Real Madrid, transeferin son gününde Quaresma için Porto'nun kapısını çaldığında, oyuncunun menajeri aynı zamanda Mourinho'nun menajeri olunca "Inter'e verdik" diyorlar. Jorge Mendes, Quaresma'yı, Pele+18.5 milyon euro karşılığında Milano'ya götürüyor. Hayat garip işte, Robinho'yu alamayan Chelsea sonra Quaresma'yı kiraladı. Mourinho şimdi Schuster'in oturduğu koltukta.

Jabulani?

14 maç geride kaldı. Top "Jabulani" bütün dünyada tartışılıyor. İzlediğiniz maçların ardından sizin fikriniz nedir? Kötü futbol ve kaleci hatalarının sebebi mi? Yoksa Jabulani günahsız mı?

Almanların Messi'si

Horst Hrubesch: "Mesut Özil, Alman futbolunun Messi'sidir."

Galatasaray Lisesi 25. Kültür ve Sanat Festivali

Galatasaray Lisesi 25. Kültür ve Sanat Festivali'nde son iki gün. 17 Haziran Perşembe günü saat 13:00'de Büyük Amfi'de başlayacak söyleşide yer alacağım. Çarşamba akşamı Mor ve Ötesi konserine de dikkat çekerim. Organizasyon komitesi "Tüm etkinliklerimiz halka açık ve ücretsizdir." notunu düşmüş. Detaylı program için: http://www.gslfest.org/

15 Haziran 2010

Dünya Kupası Gün #5

Günün adı "Yeter artık" günüydü. Sıra ölüm grubundaydı ve Portekiz-Fildişi Sahili gibi yakışıklı bir maç vardı. Yeni Zelanda-Slovakya maçı sanırım Stoch transferine kadar kimsenin umurunda değildi. O da onbirde olmayınca izlemenin tek anlamı maçtan sonra yorum yapacak olmaktı. İlk yarı yine çekilmezdi. Sırbistan'dan sonra Slovakya da kağıt üzerindeki kadronun hakkını veremedi sahada. Hamsik gibi bir adamın Yeni Zelanda gibi tek oyuncusu Premier Lig'de oynayan ve 82'den sonra ilk kez finallere gelen bir takımı tek başına yenmesi gerekiyordu. 5 kafa golünden biriydi Slovakya'nın attığı. Ardından kupanın ilk gününden beri oynanan futbolun faturası çıktı Slovakya'ya. Baba Weiss maçı kazandığını sandı, değişikliklerle takımın içini boşalttı ve tek golü yeterli görünen takımı geriye yasladı. 11 maçtır çile olan futbola Yeni Zelanda'nın golü bir tokat gibi geldi. Yine arka direk, yine kör nokta. Drogba nasıl iyileşti bunu anlamadım, biz de evde dirseğini kıran bir çocukla uğraşıyoruz 19 Mayıs'tan beri. 3 hafta alçıda kaldı kolu. Drogba 10 gün sonra özel izinle bandajla ikinci yarıda sahaya çıktı. Portekiz, Cristiano Ronaldo ve arkadaşları ama istatistik de garip. Ronaldo, 10 maçtır milli takımda gol atamıyordu, top direkten döndü ve 11 oldu. Fildişi forması sinir bozucu bu arada! Biz giysek pot yapar! İki takım da yine bekleneni veremedi. Bunda sıkı ön liberoların payı var tabii. Son 8'de oyuna giren Keita oyuna hareket getirdi, iki de pozisyonları var ama tüccar hoca Eriksson ile bu gruptan çıkabilirler mi?
İkinci maçta Brezilya, Fildişi'ni geçerse Portekiz maçında kadroda rotasyona gider mi mesela? Brezilya'nın sahadaki onbiri ideal onbiri. Formalar 1'den 11'e sıralanmıştı. Yedek olduğunu adamlar FIFA'ya liste gittinde biliyorlardı. Kuzey Kore, Yunanistan, Cezayir gibi takımlardan çok daha iyi. Ellerinden geleni yaptılar. Kaka'nın aksaması normal. Bu da ilk yarıyı heba etti zaten. Devrede azarı yedikleri belli, tempoyu yükselttiler ve skor geldi. Maicon'un golü için İspanyolların yorumu, Roberto Carlos'un Tenerife'ye attığı gol. Açıkçası Carlos'unki çıok daha güzel. Elano'nun bir gol ve bir asisti var. Bastos sol bekte ilginç bir tercih. Kaka bu haldeyken Ronaldinho'nun 23'te olmaması ve ön liberoların zayıflığı Dunga'nın intiharı olabilir turnuvanın ilerleyen günlerinde. 8 yıl önce kırmızı beyazlı bir takımın üç harfli futbolcusu gol atmıştı. 8 yıl sonra bir başka kırmızı-beyazlı takım benzer bir golle ve aynı skorla, 2-1 ile mağlup oldu Brezilya'ya. 14 maçta 23 gol. Bu en kötüsü bugüne kadar. 86'da ilk 14 maçta 28 gol atılmış. Biz yokuz ya, insanı en çok yoran her maçta bir takım tutmak. Arjantinliyiz, Messi'den değil; Kempes'ten...

Dünya Kupası Gün #4

Biraz kupanın keyifsizliğinden çokça da işin yoğunluğundan senkronu kaybettim blogda. Dünü, bugün, bugünü yarın yazmanın keyfi yok. Fazla mesai yapmak gerekiyor. Almanya'nın ağzımıza çaldığı bir parmak bal da olmasa, damağımızda bir pas tadıyla kalkıyoruz her seferinde ekran başından. Enseyi karartmamak lazım tabii. Ne 2006 ne de 2008'in esintisi var ama bunlar da ilk maçlar. Yenilmemek için sahaya çıkanların istediğini aldıkları 90 dakikalar gördük. Defansların, kaleciler inanılma hatalar yaptığı, arka direk diplerinin maden olduğu bir dört gün izledik. Hollanda'nın en kötü bence defansıdır, Danimarka'nın ise en iyi hattı savunması. Bu gözle izledim maçı. Robben'siz elbette bir adamdan çok daha fazla eksikler ama geçmişteki hatalarından ders çıkardıklarını söylemek lazım. En azından şuursuz saldırmıyorlar. Güzel futbol Hollanda'yı çokça cezalandırdı bugüne kadar. İyi savunmanın kendi kalesine gol atması da oyunun cilvesi işte.
Ardından Hollanda'nın rakibin üstüne gitmediği yönünde eleştiriler de var ama ilk maçta bence kontrol oyununu iyi becerdiler. Danimarka, ilk yarı net fırsat yakaladı ama vasatın üstüne çıkamadılar. Kamerun büyük hayal kırıklığıydı. Le Guen'in düşen kariyeri burada dibe mi vuracak göreceğiz. Takımı hazırlayamamış bile. Tel tel döküldüler. Japonlar sallanarak gelmişti kupaya, fazlasını alarak başladılar. Tanaka, Hasebe ve Honda'yı çok beğendim. Gol yine arka direğe kör noktaya atılan ortadan geldi. Pirlo'suz İtalyanlar zorlanacaktı öyle de oldu. Bu maçta firar ettik, İtalyanlar için kötü haber Buffon. İkinci maçta hatta üçünde oynaması zor. Paraguay'ın Slovakya ile oynayacağı maç iki takım için de final olacak. Günün ilginç istatistiği bence Hollanda'nın yaşlı kadrosu. Sahaya çıkan onbir son 20 yılın en yaşlı onbiriydi. Günün olayı ise sponsor olmayan bira firmasının reklamını yapmak için tribüne gelen 36 güzelin stattan atılması ve polis tarafından sorgulanması...

14 Haziran 2010

Unutulmazlar
Roberto Baggio:
Penaltı Kaderiydi

“ O penaltı her gün geliyor aklıma. Penaltı kaçırmadım mı? Kaçırdım. Fakat hiçbir penaltı vuruşunda topu öyle havaya dikmemiştim. O finali tekrar oynamak isterdim.” Tam da Brescia’nın Serie A’ya döndüğü bir gecede “Penaltı kaderiydi” başlıklı bir yazıyla analım Roberto Baggio’yu. Attıklarıyla değil kaçırdığıyla hatırlanan, İtalyan futbol tarihinin en yetenekli futbolcusu kabul edilen ve endüstriyel futbolun ilk adımlarının atıldığı döneme rastgelen kariyeriyle bugün oynasa bonservisi kaç milyon olurdu diye düşündürten Baggio’nun hikayesi. Onun kariyerini penaltılar ve sakatlıklar belirledi.3. ligde Vicenza formasıyla parladığında rakipler de boş durmuyordu. Tekmeler havada uçuşuyordu. Rimini maçında dizine aldığı darbeyle sağ dizinin bağları ilk kez koptu. Durmadı ayağa kalktı. 86’da Fiorentina formasını sırtına geçirdi. Floransa halkı ilk günden ona tapmaya başladı. Serie A’nın kasapları Baggio’ya kafayı takmıştı. Daha ilk sezonunda bir kez daha ameliyat masasının yolunu tuttu. Dizinden iki operasyon geçirip yola devam eden, üst düzey futbol oynayan çok az isim vardır. İflah olmaz derler bağ operasyonları sonrası dizler. 5 sezon kaldığı Fiorentina’da 55 gol attı.
Agnelli Ailesi’nin her zaman çok parası olmuştu. Onlar sayesinde Juventus’un da. Euro neydi ki? İtalya dediğin canım liretlerdi. 18 Mayıs 1990 günü öğle saatlerinde –elbette internet sitesi de yoktu kulübün- Fiorentina, İtalyan medyasına bir açıklama yaptı: Roberto Baggio, 25 milyon liret karşılığında Juventus’a satılmıştı. Rekordu. Floransa ayağa kalktı ve uzun saatler boyunca da oturmadı. Kulüp binası taşlandı, çıkan olaylarda onlarca insan yaralandı. Torino’nun zengin çocukları, Floransa’nın esas oğlanını kaçırmıştı.İtalya’nın ev sahipliğini yaptığı 90 Dünya Kupası işte bu transferin gölgesinde start aldı. Baggio’nun hasmı ya da ondan hoşlanmayan Vialli idi. İlk maçın onbirinde kazanan Vialli idi. İşi bitiren ise Baggio. Sonraki maçlarda mucize adam Schillaci ile mükemmel ikili oldular. Yarı finalde Vialli, teknik direktörü yine kafaladı. Vicini formayı bir kez daha Vialli’ye verdi. Yedek kulübesindeki Baggio’nun sonradan oyuna girdiği maç 1-1’in ardından penaltılara gitti. 94’te kaçıran adamın 90’da penaltıyı attığını ancak fil hafızalılar hatırlar! Donadoni ve Serena’nın kaçırdığı seride Arjantin 4 penaltıyı da gole çevirdi ve İtalya’yı kupa dışına itti o meşhur Maradona’nın Napoli halkına San Paolo’da İtalya’yı değil bizi destekleyin çağrısı yaptığı yarı finalde. Onların da ipini finalde Brehme çekecek, Almanya kupayı kaldıracaktı.Juventus formasıyla Floransa’ya deplasmana gittiği ilk maçta kazanılan penaltıyı atmayı kabul etmedi. Dedim ya penaltı Baggio’nun kaderiydi. Maçın ardından tribünden atılan Fiorentina atkısını boynuna takıp sahayı terk etti. Torino’nun züppe çocuklarına bu çok koydu. Baggio’yu kabullenemediler. Baggio’ya direnmek mümkün değildi. Milan’ın ambargo koyduğu yıllarda UEFA Kupası’nı kaldırdı. Kaptanlığa yükseldi. 1993 yılında Rivera ve Rossi’den sonra France Football’ın en iyi futbolcu ödülünü alan 3. İtalyan futbolcu oldu.
94 ABD’de gruptan galibiyet almadan çıktılar. Nijerya maçında beraberlik golünü de atan oydu, 10 kişi kalan takımını uzatma dakikalarında ayakta tutan ve iki kez parçalanan sağ ayağıyla penaltıyı atan da. İspanya’yı ve yarı finalde Bulgaristan’ı geçerken Baggio yine assolistti. İspanyollar bir, Bulgarlara iki gol attı. 98’deki Ronaldo gibi 94 finali öncesinde de Baggio’nun finalde oynayıp oynamayacağı belli değildi. Adalesi çekiyordu ve son kararı ona bıraktılar. Sakat sakat maça çıktı. Uzatmalarda Brezilya kalesinde iki net fırsat yakaladı ama olmadı. 1994’de kaybeden İtalya’nın üzgün karesinde Baggio tek başınadır. Bir tek o mu kaçırmıştı 17 Temmuz 1994 günü Pasadena’da? Bir önceki finalde penaltıyı atan Baresi ilk penaltıyı dışarı vurdu. Brezilyalılar da Santos ile yıkıldılar. Albertini ve Evani kaleyi buldu. Sambacılar Romario, Branco ve bugünün teknik direktörü Dunga ile sektirmediler. İtalya’da Massaro kaçırdı ve o finalin hazin anında Taffarel’in olduğu kalenin 11 metre uzağına topu diken Baggio, üstten auta attı.1995’de Juventus’tan ayrıldı. Bütün büyükleri dolaşacaktı. Sıra Milan’daydı. İki sezonda 12 gol attı ama iz bırakmadı. 1992’de Avrupa Şampiyonası’nda İtalya yoktu, 96’da İtalya varken de Baggio. Kariyerine Avrupa Şampiyonası’nda oynadı yazdıramadı.
Del Piero’nun parlamasıyla Juventus’tan kopan, en verimli yıllarında Milan’da teknik adamların kafayı taktığı adam olan Baggio huzuru 98 Dünya Kupası öncesi sezonda Bologna’da buldu. İkinci bahar dedikleri işte. 30 yaşında geldiği Bologna’da amerikan traşlı kafalı Baggio 30 maçta 22 gol attı. 98 Dünya Kupası’nda çeyrek finalde 8 yıl sonra finalde karşılaşacaklarını elbette ki bilmedikleri Fransa karşısına çıktılar. 0-0 biten maçın ardından 94 finali gibi yine penaltı noktasına yürüdüler. Bir kez kaçırdığıyla hatırlanan Baggio o gün de kaçırmadı penaltıyı. Costacurta ve Vieri attılar. Albertini ve Di Biagio takımı yaktılar. Fransa serüveninde yolun sonuydu.Massimo Moratti için zor yıllardı İnter’de. Takım 9 yıldır şampiyon olamıyordu. Fiorentina günlerinden beri hayran olduğu Baggio’ya bir gün mutlaka Inter forması giydirecekti. Baggio, 3 yıl aradan sonra Milano’nun öteki tarafıyla San Siro’ya adım attı. Inter kariyeri boyunca Lippi ile yıldızı barışmadı. Avrupa Şampiyonları’na gitmesi sanki yasaktı. Euro 2000’de de Zoff kadroya almadı onu. Yıllar sonra aynı tartışmalar Juventus’ta yerini dolduran Del Piero için yapılacaktı.99-2000 sezonuna girilirken Inter’den ayrılmaya karar verdi. Bir transfer teklifini otobiyografisinde (Una Porta ne Cielo) detaylı olarak anlattı. Avrupa’dan çok teklifler alıyordu. Onu ikna eden ya da ikna ettiğini sanan Galatasaray’dı. Baggio, Galatasaray’a evet demişti. Ne olduysa bir akşamda oldu. Futbol dünyasından uzak yakın arkadaşlarıyla her zaman akşam yemeklerinde buluştuğu restoranda çevresindekilerinin ısrarıyla ülkeden ayrılmamaya karar verdi. Hagi’li Galatasaray o sezon UEFA Kupası’na doğru yürürken Baggio o takıma gelseydi ve “kaderi penaltılar olan adam” oldu ki Parken’de bu kez sırtını Taffarel’e verip kaçırsaydı?...Budizmi seçtiği için ( Inter yıllarında Fransız kaleci Frey'i etkiledi -o da milli takımına hep uzak kaldı, ne garip!-) İtalya’da Vatikan’ın tepkisini çektiği ve milli takım kariyerine bu yüzden neşter atıldığı hep söylendi. Huzuru turuncular içinde bulan Baggio, ihtiyar Mazzone yönetimindeki Brescia’ya gitti ve her sezonun ligin dibinde can çekişen takımını 4 sezon boyunca hep ligde tuttu.
Çocukken Interliydi, Fiorentina’yı çok sevdi sonra bir gün Boca Juniors’lu oldu en güzel at kuyruklu adam. Nasıl mı? “Bir gün Arjantin’den maç özetleri izliyordum. Skor 4-0 idi. Futbolcular ve tribün maçın ardından galibiyeti kutluyordu. Ya da ben öyle sanmıştım. Maçı kazanan değil kaybeden Boca Juniors’tu ve çılgınlar gibi futbolculara tezahürat yapıyorlardı. O gün Boca’lı oldum. (26/2/2010 La Gazzetta Dello Sport röportajı) Arjantin sevdası da böyle başladı Baggio’nun. Geçen sezon eski takım arkadaşı Guardiola’yı ziyaret ettiğinde Barça tesislerinde ayakta karşılandı. Bugün 43 yaşında. Futbolu bırakalı 6 yıl oldu. Kramponlarını asıp hemen eşofmanlarını giyen eski futbolculara benzemedi o. Teknik adamlıktan uzak durdu yıllar boyunca. 2010’da verdiği bir röportajda “Belki” diye açık kapı bıraktı. Kendini yardım kampanyalarına adadı. Çok sonraları “Neden sen çok iyiydin?” sorusuna bir tek cevap verdi: “Ben önce düşünürdüm.” Credit: Una Porta Nel Cielo, La Gazzetta/ Baggio röportajı 2010, Serie A ve Dünya Kupası tarihi

13 Haziran 2010

Barça'nın Yeni Başkanı Sandro Rossell

Resmi sonuçlar açıklanmadı ama ortada bir gerçek var Barcelona'da Joan Laporta dönemi kapandı. Barcelona'da kazandıklarıyla efsane başkan olan Laporta'nın yer almadığı ve bir adayı işaret ettiği seçimlerde Sandro Rossell oyların %60'ını aldığı tahmin ediliyor. Rossell, Laporta'nın Rijkaard ile girdikleri ilk sezonda sağ koluydu ama daha sonra koptular ve aralarında müthiş bir savaş başladı. Muhalif Rossell yıllar boyunca Laporta'yı sıkıştırdı. Rijkaard ile iki şampiyonluğun ardından, Paris'te kazanılan Şampiyonlar Ligi, Laporta'nın elini kuvvetlendirdi. Real Madrid'in iki şampiyonluğu sonrasında dibe vuran Laporta yönetimi üyelerden güven oyu alamadı. O dönemde %5'lik oy farkı yüzünden Katalanlar yeni bir seçime gidememişlerdi. Hayrettir ki son iki sezonun şampiyonu, baskette silip süpürün, en iyi futbolu oynayan, gelirleri katlayan, 7 kupa alan Barça'da bile kıyametler kopuyor. Laporta uzun yıllardır sıkı bir Katalan milliyetçisi olarak siyaset arenasında büyük oynuyor. En büyük hayali de Katalanların başkanı olmak! Sandro Rossell'in resmen başkan olduğunun açıklanması sonrasında Guardiola'nın ne yapacağı da merak ediliyor. Ben David Villa transferi sonrasında ayrılma ihtimalinin çok düşük olduğunu düşünüyorum...

Dünya Kupası Gün #3

Gürültüye alıştık, artık hayatımızın bir parçası mı oldu? Bu akşam oynana maçta daha az mı çalındı yoksa güzel futbol vuvuzelayı da mı yendi? 3 gün geride kaldı ve finallerin en güzel maçını izledik bu akşam. Almanlar, Avustralyalıları sürklase ettiler. Kupa tarihinin yaş ortalaması en yüksek 5. onbiriyle sahaya çıktı Avustralya. Almanlar ise 1934'den bu yana en genç takımla geldiler santra noktasına. 25 yaş ortalamasıyla oynayan bir takım karşısında 31 yaş ortalamalı Avustralya için kırılma noktası kornerden gelen topu kaleye tipleyemedikleri andı. Almanlar karşısında yenik duruma düşen bir takım pek şansı olmaz genelde. Nefis futbol oynadılar. 3 gündür eziyet gibi geçiyordu maçlar, bu 90 dakikanın sonunda ohh ve dedik. Mesut ilk golü hazırladı, bir asist yaptı, iki de net kaçırdı. Orta sahadaki dinamizm, Klose'nin tecrübesi ve Bundesliga'da attığı kadar milli takım formasıyla (39) atan Podolski'nin fırsatçılığı. Tim Cahill'in kırmızı kartı da farkı getirdi. Bir ara "Yeter vurmayın, kanguru öldü" dedim ekran karşısında. Avustralya'da Lucas Neill fena dağıldı. Galatasaray'ın transfer listesinden düşen Grella, Polat ve yönetimine iyi ki imza attırmadık demişlerdir. Ölüm grubundan sonra en sert grup olarak görüyordum. Almanlar şovla başlayıp arkalarına bakmadan yola devam edecekler.
Gana-Sirbistan maçını gazetedeki haber telaşı yüzünden kaçırdım. Quaresma gelmiş, Erman Kunter şampiyon olmuş, güzel bir Pazar'dı. Sirbistan'ın büyük hayal kırıklığı olduğu yorumları var. Başta Krasic olmak üzere vitrindekiler silinip gitmişler. Gana büyük ihtimalle, Almanların arkasından gruptan çıkar.
Günün ilk maçında ise vuvuzela artı kötü futbol çekilecek gibi değildi. Cezayir kötü oğlu kötü takım. Dün Green'den sonra bugün de Cezayir kalecisi saçma sapan bir gol yedi ve Slovenya ilk katıldığı kupada kaybettiği 3 maçın ardından ilk galibiyetini aldı. Jabulani için tartışmalar erken başlamış, Casillas fena sallamıştı topu. İki gündür yenilen gollerde ve top kontrollerinde yaşanan zorluk da bu eleştirileri haklı çıkartıyor. TRT spikerleri ise dersini çalışmamış, turnuva boyunca da istatistikleri takip etmiyorlar. Mesleğin en üst noktasındaki bir turnuvaya insan bu kadar mı hazırlıksız gelir?

Ricardo Quaresma Beşiktaş'ta

Bu transferin kapandığını sanıyorduk. Quaresma, Türkiye'de oynamak istemiyor demişlerdi. Fikrini değiştirmiş. Beşiktaş, Ricardo Quaresma transferini bitirdi ve resmi açıklamayı yaptı. İnönü'yü ayağa kaldıracak bir yetenek ama... İşte o "ama" onun yurt dışı kariyeri! Barça da Rijkaard ile papaz olmuştu. Hollandalıdan nefret eder. Ardından Inter, kiralık gittiği Chelsea. Milano'da taraftar nefret ediyordu. Mourinho gidince de Inter'de valizi toplaması gerekiyordu. O meşhur ayak dışıyla rakibi deli eden, Ümit Özat ile lügata giren (!) ters ayağıyla kanattan ayağının dışıyla orta ve son vuruşun en güzelini yapabilen bir yetenek. Bir futbolcunun en verimli olduğu, olabileceği 27 yaşında İstanbul'a geliyor. Tüm "fakat"larına rağmen büyük transfer. Fotoğrafın manşetindeki Mustang de lakabı. Ferrari'den sonra Mustang. Orta sahaya da Honda az gelir artık:)
Kaçan Balık: Cristiano Ronaldo
Quaresma Inter'de

Dünya Kupası Gün #2

Futbol; işim olmasa Güney Kore-Yunanistan, gruplarda pas geçeceğim maçlardan biriydi. Tıpkı yarınki Cezayir-Slovenya karşılaşması gibi -ki onu da izlemek zorundayım- Güney Kore futbolu hakkında uzun cümleler kurabilmek mümkün değil. 2002'de Hiddink ve ev sahibi olmanın sinerjisiyle en az bizim kadar bir mucizeye imza atmışlardı. 2006'da kıtaları dışında ilk galibiyetlerini aldılar ve 2010'a galibiyetle başladılar. Hazırlık maçlarında sinyallerini veriyorlardı zaten. 3 ihtimalli gibi görünen 90 dakikada, 6 yıl önce kupayı defans kalitesiyle kaldıran Yunanistan, futbolu bırakan yıldızlarının yerini dolduramadığı için iki fahiş hatayla rakibine boyun eğdi. Rehhagel'in elindeki kadro vasat eskiler ve bir türlü patlama yapamayan yenilerle dolu. Oyun boyunca sadece 2 pozisyona girmeleri, hücumda bir akla sahip olmamaları ve kör ortalarla iş bitirme çabası Komşu'nun grupta şansının olmadığının göstergesi. Güney Kore, çok koşan ve rakibe sahayı dar eden yüreğiyle 3 puanı söke söke aldı.
Günün ikinci maçında Arjantin'de kadrodan önce konuşulması gereken elbette düğüne gidermiş gibi giyenen Maradona. Takım elbiseyle görmeye pek alışmamıştık. Kız istemeye giden baba gibiydi. Onbiri pek şaşırtmadı. 5-1-4 hatta 5 savunma, 5 hücumcu bile denebilir bu oyuna. Milito gibi sezonun en iyi adamını kenarda golü alkışlarken görmek hoş değil tabii. Maradona'nın da hücum bölgesinde işi zor. Messi, izlediğim Arjantin maçları içinde en etkili olduğu 90 dakikalardan birini oynadı. Hücum hattında Tevez ve Di Maria'nın kötü olduğu, Veron'un vasatı aşamadığı bir günde yakaladıklarını bile atsalar temiz 3 olurdu. Kaleci önledi. Arjantin savunmasının sallaması ise oynayan adamlara baktığımız zaman Avrupa futbolunu takip edenlerden açısından neresi şaşırtıcı ki tepkisini gerektiriyor. İlerleyen dönemde neden Cambiasso yok sorusunu sordurtur o defans göbeği. Nijerya da hazırlık döneminden beri pek ışık saçmıyor. Farkın ikiye çıkmaması nedeniyle son dakikaya kadar oyunda kaldılar ama onların da grupta pek şansı yok.Gecenin son maçı, oynanan 5 maçın en iyisi olmaya adaydı. Oldu da. Amerikalılar bu işi kıvırdı artık. Hep ne anlarlar lan bunlar futboldan diye baktığımız coniler dişe dişe oynamayı öğrendiler. Tek eksikleri teknik ve oyun zekası yüksek oyuncularının sayısının 2'den fazla olmaması. Dayıoğlu Gerrard'ın erken golüne rağmen ABD çokça kontrol etti oyunu. İngilizlerin kanatlarını beğenmedim. Rooney da pek canı sıkkındı. Kaleci geçmişleri bildik, Green kötü kaleci değildir ama kötü gol yedi. Bu da var futbolda. Capello özellikle kanatlardan istediği verimi alamıyor ama takımın zindeliğine bakarsak İngilizlerin yolu tahminlerin de çokça onayladığı şekilde açık...