8 Eylül 2012

O Bakış

Birileri kazanacak, birileri kaybedecek. Birileri tebrik edecek, birileri.....

7 Eylül 2012

La Liga'da Türk Tutkusu

Brüksel’den yolu geçenler şahit olmuştur. Şehirde 100 binden fazla Türk yaşar ve onlara “Nerelisiniz?” diye sormanıza gerek yoktur. Hepsi, Afyon, Emirdağ’lıdır. 60’larda Almanya’ya gidenlerin peşine takılmak yerine Belçika’yı tercih eden “Kötü Ahmet” Ahmet Öztürk bir dokumacıydı. 50 yılda binlerce Emirdağlı onun yolunu izledi ve bugün Brüksel’deki Türk mahalleleri 2011’de 96 yaşında vefat eden “Kötü Ahmet” sayesinde oluştu. Futbol fena halde hayata benzer ya hani, İspanyol futbolunda, Türk oyuncuların Kötü Ahmet’i de Tayfun Korkut. Almanya’da yetişmiş olmanın avantajıyla “Avrupalı kafası” sayesinde Fenerbahçe’den gittiği Real Sociedad’da uyum sorunu yaşamayıp formayı kapan ve ardından gelenlerin yarattığı hayal kırıklığına rağmen bugün La Liga’da Nihat Kahveci’nin iz bırakmasına da sebep olan isim Tayfun Korkut. Bugün La Liga’da top koşturmuş birçok Türk futbolcu ya kramponlarını astı ya da memlekete kesin dönüş yaptı. Onların “Oley” diyarındaki maceralarına bir göz atalım hep beraber.

Tayfun Korkut
Tayfun, 21 yaşında geldiği Fenerbahçe’de 5 yıl forma giydikten sonra 2000 yılında Real Sociedad’ın yolunu tuttu. Alman alt yapısında yetişen Tayfun, La Liga tarihinde ilk Türk’tü. Doksanların ortasında Goya Ödülleri’ne 12 dalda aday olan ve bizde pek duyulmasa da İspanya’da çok ses getiren bir film, La Pasion Turca, Türk Tutkusu, 12 yıl sonra bacayı saracaktı ama yerel medya ilk Türk futbolcuyu yine bu manşetle karşıladı. Ardından aynı kulübe gelen Nihat da sakat sakat gelecekti ama yıllar sonra Nuri ve Hamit gibi Tayfun da ilk günlerinde sakatlıkla boğuştu Real Sociedad’da. Flamenco sanatçısı Antonio Carmona’ya benzettiler onu ve çok sevdiler. “Türkiye’de bir yıl daha kontratım vardı ama kariyerimde yeni bir sayfa açmak istedim dedi ilk röportajını verdiği El Mundo Deportivo’ya. 3 yıllık kontratının son iki senesinde Sociedad’da iyi futbol oynadı ve bir sezon Espanyol macerasının ardından 2004 yılında Beşiktaş’a geri döndü.

Arif Erdem
Hakan Şükür, vazgeçemediği partnerini gün gelmiş yalnız bırakıp Torino’nun yolunu tutmuştu. Olmadı yine bir araya geldiler ve ikilinin forvet hattını oluşturduğu Galatasaray, Parken’da UEFA Kupası’nı kaldırdı. Arif, Avrupa’dan gelen ilk teklife evet dedi ama Tayfun kadar kolay adapte olamadı İspanya’ya ve Real Sociedad’a. Partneri Hakan, Inter’in yolunu tutarken Arif, İspanya’da ne yemekleri beğendi ne dil öğrenebildi. Galatasaray’da kahkahalar yükseldiği yemek masalarının muzip adamı İspanya’nın havasını soluyan her Türk futbolcu gibi sakatlandı ve Sociedad kariyeri sadece yarım sezon sürdü. Denemek istemişti Arif, olmayınca yuvasına döneceğinin farkındaydı. Sociedad için yıllar sonra Galatasaray ile eşleştiğinde Madrid medyasına “Sociedad benim ikinci kulübüm” dedi. Bu sözünü de tuttu ve futbolu bırakırken üçüncü bir takım formasını giymedi.

Oktay Derelioğlu
2000 yılında Türk futbolunun Galatasaray ve milli takımla Avrupa Şampiyonası’nda kıta vitrinine çıkması İspanya’ya futbolcu ihracatımızın en önemli sebebi elbette. Tayfun ve Arif ile birlikte o sezon Oktay da Las Palmas yolcusuydu. Beşiktaş kariyerinin ardından Jet-Pa fiyaskosunun kurbanı olan Oktay’ın tatil için mükemmel bir adres olan Las Palmas’daki günleri kabusu döndü. İdmanda takım arkadaşıyla kavga da etti, bana pas atmıyorlar diye manşetlere de çıktı ve kariyerine Las Palmas’da 2 maç yazdırıp Türkiye’nin yolunu tuttu. Ondan sonra kimse tutamadı Oktay’ı. Trabzonspor, Fenerbahçe, Akçaabat, Sakarya derken gün geldi ekranda transfer duyumcusu oldu ve “Eto’o bitmiş” ile hafızalara kazındı.

Fatih Akyel
Galatasaray’da parlayan Fatih Akyel, İspanyolların radarına sokan Galatasaray’ın 2-0 geriye düşüp 3-2 kazandığı Real Madrid maçıdır. Roberto Carlos’un o akşam başını döndüren Fatih, bir yıl önce de Süper Kupa finalinde kaleye attığı şut hep oralarda olan Mario Jardel’e asist olunca Galatasaray bir kez daha Real Madrid için kabus olmuştu. Fatih’in en az Oktay’ın tercihi gibi güzel bir tatil yöresi olan Mallorca kariyeri, Arif Erdem kadar kısa sürdü ama dönüşü İstanbul’da bir kıyamet alemetiydi. Arif, yuvasına dönerken, Fatih Akyel, 5 maça çıktığı İspanya’dan direkt Kadıköy’e gitti ve Fenerbahçe’ye imza attı. Galatasaray’ın 4.5 milyon dolara sattığı Fatih’in Mallorca günlerine hülle diyenler de oldu. Florya’daki bir şampiyonluk kutlamasında yoldan geçen Fenerbahçeli’yi kovalayan Fatih, ezeli rekabetin ateşiyle bir zaman sonra Uludağ’da bu kez bir Galatasaray taraftarıyla kapıştı Bochum, PAOK’da silik günlerinin ardından Trabzonspor’a imza attı ve son 5 yılda 5 kulüp değiştirdi.

Nihat Kahveci
30 Ağustos 2001’de EL Mundo Deportivo gazetesinin Bask bölgesine gönderdiği baskılarda manşet “Beşiktaş operasyonu”idi. Beşiktaş’ın eski hocası Toschack’ın gözü iki Türk forvetteydi. Ahmet Dursun ve Nihat Kahveci. İspanyol gazeteciler iki ismi de Tayfun Korkut’a sordular ve Tayfun “Nihat, Ahmet’ten daha iyi futbolcu” dedi. 18 yaşında alt yapısında yetiştiği Beşiktaş’da A takımda forma giymeye başlayan ve 27 gole imza atan Nihat, Sociedad’a giderken İstanbul’da kulübü karıştı. Daum, “Nihat’ı satan şampiyonluğu da satar” diyerek ağır konuştu. Yıllar sonra Lucescu, aynı sözü İlhan Mansız için söyleyecekti. Dizindeki menisküs yüzünden transfer gecikse de Nihat, 2002 yılının ilk günlerinde 5 milyon dolar karşılığında Real Sociedad formasını sırtına geçirdi. Arif, Oktay ve Fatih Akyel’in İspanyol medyasının hafızasında bıraktığı kötü iz, Nihat’ın önündeki en büyük engeldi. İlk sezonunda altısı ilk 11’de 11 maça çıktı ve tek gol atabildi. İkinci sezonunda ise kelimenin tam anlamıyla patladı Nihat Kahveci. İspanya’da son 20 yılda en uyumlu forvet ikilisi denilince ilk beşte sayılan Nihat-Kovaçeviç işbirliği Real Sociedad’ı uçurdu. 35 maça çıkan Nihat, 23 gol attı ver 29 gol atan Makaay’ın ardından Ronaldo ile birlikte gol krallığında ikinci sırayı aldı. Sociedad, o sezon şampiyon Real Madrid’in sadece 2 puan gerisinde ligi ikinci sırada bitirdi. 2003-2004’te 32 maçta, 14, ertesi sezon 23 maçta 13 gol atan Nihat, Sociedad’daki son senesinde 24 maçta yedi gol atarken, bir taraftan da diz sakatlıklarından muzdaripti. Sociedad tarihinde 2.3 maç başına 1 golle en iyi golcü ünvanını ele geçiren Nihat’ın İspanya’daki başarısının altında yatan sebep Tanrı vergisi yeteneği kadar ülkeye sağladığı uyumdu da. İspanyolcayı kısa sürede öğrendi ve kariyeri boyunca da bir İspanyol futbolcu gibi davrandı. Bugün Avrupa’nın yolunu tutacak genç Türk futbolcular için saha dışındaki uyumuyla Tugay ile birlikte parmakla gösterilecek isimdir Nihat. 2006’da bonservisi cebinde geldiği Villarreal altın zamanlarını yaşıyordu. Pires ve Llorente ile uyumu yakaladığı ikinci sezonunda 43 maçta 24 gole imza attı. Bir diz operasyonu daha geçirmiş olmasına rağmen Euro 2008’e de damgasını vurdu. Villarreal’de unutulması gereken son sezonunun ardından kürkçü dükkanına döndü ama Nihat artık oralı olmuştu. Beşiktaş’taki iki baharı, kışa çevirdi kısa sürede. Takım arkadaşlarıyla uyum sağlayamadı, bireyselliğe kaçtı, kazandığı para tartışıldı ve ve ve... La Liga tarihinin en başarılı Türk futbolcusu daha fazla linçe dayanamadı. Bugün, artık oralı olduğunu ispat etti ve Villarreal alt yapısında göreve başladı. Bir daha Türkiye’ye döner mi bilinmez.

Rüştü Rençber
Real Madrid’in Los Galacticos adını verdiği transfer politikası 3 yıldır sürerken, geride kalan 4 yılda dibe vuran Barcelona, 2003 yılında yeni başkan Laporta önderliğinde beyaz sayfa açtı. O sayfaya Ronaldinho ile birlikte adını yazdıran isimlerden biri de Rüştü’ydü. Yabancı kaleci tercih etmeyen Barcelona’nın bu tercihi, 10 yıldır kaleci krizinin çözülmediği Katalan kulübünde ilk günden itibaren şüpheyle karşılandı. Laporta, 2002 Dünya Kupası’ndaki performansından etkilendi Rüştü’ye hep destek verdi ama bir kaleci için yeni takımında nasıl başladığın her zaman çok önemlidir. Rüştü, talihsiz goller yedi, hatalar yaptı hazırlık maçlarında ve genç kaleci Valdes, yeni teknik direktör Rijkaard’ın gözdesiydi. Rijkaard, yabancı dil bilmeyen Rüştü’ye hep mesafeli durdu, defansla uyum için Valdes birinci tercihiydi. La Liga’da Avrupa Birliği dışından 3 futbolcu onbirde forma giyebilir kuralı da Rüştü’nün önünü kapadı. O sezon Ronaldinho, Marquez ve Saviola bu kontenjanı dolduruyordu. Dünyanın en büyük kulüplerine imza atmak ne kadar zorsa, ayrılığı da vazgeçmişliği de o kadar kolay oldu Rüştü’nün. Soluğu tekrar Fenerbahçe’de aldı ama Rijkaard da önünü açtığı Valdes ile iki şampiyonluk ve Şampiyonlar Ligi Kupası kazandı.

Necati Ateş
Galatasaray’ın 16.şampiyonluğunda Hakan Şükür-Ümit Karan ve Hasan Kabze ile forvetin kare asını oluşturan Necati Ateş’in kariyerinin en iyi döneminde kaderini değiştiren adam Feldkamp oldu. Alman teknik adam, Galatasaray’daki ikinci macerasında huysuz bir ihtiyardı ve disiplin gösterisi yapmak için Necati’yi takımdan gönderdi. Necati, 2008 yılında Nihat referasıyla Real Sociedad’ın kapısından girdiği takım ikinci ligdeydi. İspanyol medyası da ona neden Galatasaray’da oynamdığını sordu. 3 sezonda 75 gol attım ama yeni hocanın ne yapmak istediğini anlamadım dedi Necati. Bir de ütopik bir manşet vardı. Nihat’ı geçebilecek mi? “Kitap okumam ama çok film izlerim”den “NBA severim, kolumdaki dövme Zafira adında bir ejderha”ya kadar tüm detaylarını okudu İspanyollar ama Necati Ateş’in teknik adam kabusu orada da sürdü. Juanma Lillo ile yıldızı barışmadı. Nihat’tan sonra gol umudu olan Necati, Real Sociedad tribünlerini bütün bir sezon hayal kırıklığına uğrattı. İş artık bu adam futbolcu mu noktasına geldiğinde zaten sezon bitmişti. Necati soluğu Türkiye’de Antalyaspor’da aldı. Adı bir zamanlar asparagas da olsa Real Madrid ile anılan Necati, Abreu ile yaşadığı pas tartışmaları, ona bir yıl daha şans tanınmadığı için haksızlık yapıldığını yazan Basklı köşe yazarlarına rağmen La Liga kariyerini kısa kesmek zorunda kaldı.

Mehmet Topal
Krampon alacak parası yoktu ki 3 numara büyük emanet kramponun içine gazete kağıdı koyup girdi seçmelere Malatya’da. Çanakkale’den Galatasaray’a oradan da Valencia’ya uzanan bir rüyanın öznesi oldu Mehmet Topal. Galatasaray’a ilk geldiği günlerde uzun bacaklarıyla rakipten çaldığı toplarla dikkat çekti. Sonra geliştirdiği vücuduyla da oynamayı öğrenip orta sahada seçme bir kesici olmayı başardığında Emery’nin dikkatini çekti. Ali Sami Yen’de bir maçta omuzundaki bağları koparmasa bir yıl önce gidecekti İspanya’ya. Valencia onu unutmadı, Emery de ısrarını sürdürdü. 5 milyon Euro’dan daha düşük bir rakama Valencia gibi zorda olan bir kulüp, Avrupa’da daha iyisini bulamazdı zaten. Saha dışında her zaman düşük profil çizen, medyadan kaçan ve yeşil zeminde işini yapmaya çalışan Mehmet, Valencia’daki ilk sezonunda takıma kolay adapte oldu ama İspanyol kulübü sürekli olarak yıldızlarını sattığından kan kaybı kaçınılmazdı. Eşinin oturma izni için aylarca uğraşan Mehmet, zor gördüğü İspanyolcayı da bir yıl içinde söktü. Şehirde çok sevildi, mütevazi kişiliğiyle taraftarın her zaman takdirini kazandı. “Türk örümcek”lakabını alan Mehmet geride kalan sezonda geçirdiği beyin travması, Stoke City’e attığı muhteşem gol, stoperde ve ön liberoda standartın üzerinde oyunuyla Valencia’da kalacağının sinyallerini veriyordu ama hocası Emery valizlerini topladı. İspanya’daki ekonomik kriz yüzünden bir yıllık sözleşmesi kalan Mehmet’in sezon başına aldığı 1 milyon 250 bin Euro’ya zam yapmayan Valencia, kapısını çalan Fenerbahçe’yi geri çevirmedi. Kariyerinin en iyi döneminde en iyi rakamı kazanmak isteyen her profesyonel futbolcu gibi Mehmet de bu teklife hayır demedi ve iki yıl aradan sonra 105 yıllık ezeli rekabetin parçalısı değil çubuklusunu sırtını geçirdi.

Ersen Martin
Hakan Şükür tipi santrfor modasının en canlı renklerine Denizli kariyerinde büründüğü Ersen Martin, 2007-2008 sezonunda devre arasında Trabzonspor’dan Recreativo Huelva’ya transfer olduğunda bunun adı sürpriz imza oldu. Bu imza FİFA’lık oldu. Trabzonspor itiraz etti ama bu transferde Ne Ersen güldü ne de İspanyolların asırlık kulübü. Adının yanına 3 gol yazdırıp gerdi döndü Ersen Martin.

İbrahim Kaş
Beşiktaş alt yapısından yetişen İbrahim Kaş, Getafe’ye 2008 yılında imza attığında İspanyol gazetelerinde kutu haber olmaktan öteye gidemedi. 22 yaşındaki bu genç oyuncunun “Nihat’ın eski takımı”ndan geldiğini yazdılar. Bonservisi cebinde Madrid şehri kulübünün yolunu tutan İbrahim, garip ama gerçek ertesi sezon bir milyon dolar karşılığında Beşiktaş tarafından kiralandı. İnönü’de Baki Mercimek’ten sonra tribünlerde en fazla saç baş yolduran adam olan İbrahim Kaş, sezon bittiğinde Madrid’e gerdi döndü ve ama Getafe yönetimi onu tanımakta zorlandı. Tekrar Türkiye’ye Bursaspor’a dönen İbrahim Kaş, La Liga kariyerini Fatih Terim’in Euro 2008 için açıkladığı geniş kadronun –çıkartılan 3 isimden biri oldu- içinde yer almasına borçludur.

Arda Turan
Galatasaray’daki üçüncü döneminde Fatih Terim, “10”un etrafında bir takım kuruyordu 2011 yazında. Türk futbolunun son 10 yıldaki en büyük yeteneğinin koluna takılan kaptanlık pazubandı ve üstüne giydirilen Metin Oktay sorumluluğu insafsızlıktı. Arda Turan,bir yıldır peşinde olan Atletico Madrid’e Galatasaray evet dediğinde Chelsea’ye de gitmiş olabilirdi! Eğer, A Milli Takım’dan ayrılan Hiddink, Londra kulübünün yolunu tutsaydı. 9 Ağustos 2011’de resmileşen transfer, Türk futbolunda bir Avrupa kulübünün ödediği en yüksek bonservis bedeliydi bir Türk futbolcu için. 12 milyon Euro karşılığında Madrid’in yolunu tutan Arda’yı Barajas havalaanında 30’dan fazla İspanyol gazetecinin yanı sıra 20 kadar Türk medya mensubu karşıladı ve imza atana kadar 4 gün boyunca peşinden ayrılmadı. Alman Milli Takımı’nın formasını giyse de Türk, Mesut Özil’in müthiş yeteneği de bu kadife kramponların sahibine bol kredi sağladı Madrid’in öteki yakasında. İlk röportajında ligi domine eden Real Madrid ve Barcelona’yı devirebiliriz dediğinde medya bunu manşetlere taşıdı ama doğrusu Atletico Madrid taraftarının kendisini de inanmıyordu buna. Galatasaray’da yaratıcı Arda, Atletico Madrid’de kendisinden istenen kostümü çabuk giydi. Artık daha çok koşuyor ve mücadele ediyordu. Üstün tekniğiyle de İspanyol rejisine Atletico maçlarında bol bol tekrar yaptırıyordu ince çalımlarından sonra. Simeone göreve geldikten sonra biraz soğuk baksa da Arda’ya, o yine pes etmedi ve ilk sezonunda Atletico Madrid onbirinin vazgeçilmezi oldu. Cristiano Ronaldo ile Madrid’in dışında sosyetenin tercihi La Finca’da aynı sitede oturan Arda, “Ben, ben olduğum için beni seviyorlar” dediği Atletico Madrid taraftarının gözbebeği oldu. Her maçta 90 dakika sahada kalmadı ama oyundan alındığı her maçtan sonra Vicente Calderon’da 50 bin taraftarın alkışlarıyla kenara geldi. İspanyolcayı söktüğü söylenemez. Türkiye’den gelen dostlarıyla vakit geçiren, Hamit ve Nuri ile buluşan Arda’nın İspanyolcayı öğrenmesinden daha kolay olanı sempatik kişiliğiyle takım arkadaşlarına Türkçe öğretmesidir kuşkusuz. Falcao da bu modaya uydu ki Beşiktaş maçları öncesinde Türkçe mesajlar yolladı Twitter’dan. Uyum sorunu çekmedi Madrid’de Arda. Daha İspanyol giyinmeye başladı, geç saatte yenen akşam yemeklerine de bir zaman sonra alıştı. Favori Türk restoranından ise vazgeçmedi, takım arkadaşlarını da oraya çay içmeye götürdü. Diego’lu ya da Diego’suz Arda bu sezon da Calderon’un gözbebeği olmaya aday. UEFA Kupası’nı alt yapıdayken Galatasaray’da ağabeyleri kaldırmıştı, Arda da o kupayı 12 yıl sonra Bükreş’te kaldırmayı başardı.

Hamit Altıntop
Schalke 04 ve Bayern Münih’te müthiş bir kariyer ve bonservisi elinde olan Türk Milli Takım kaptanı. Bundesliga’nın en iyisi seçilen Nuri Şahin için 10 milyon Euro ödeyen Jose Mourinho için Hamit Altıntop kaçmaz fırsattı. Portekizli kaçırmadı da. Lakin, Tayfun ve Nihat gibi Hamit de sakat başladı sezona. Nuri’nin sakatlığı onu, onun sakatlığı Nuri’yi yordu Madrid medyası karşısında. Katalan medyası da Real Madrid sakat iki Türk aldı manşetleri atınca iyi başlamadı İspanya macerası Hamit’in ve öyle de devam etti. Ağır sakatlığın ardından sezon ritmini bulan Real Madrid onbirinde forma bulabilmek kolay değildi. İyi Hamit, Arbeloa’ya forma göstermezdi ama Madrid’de alt yapıdan yetişen ya da İspanyol oyunculara olan medya desteği karşısında işi bir kat daha zorlaştı Hamit’in. Böyle bir manşet kampanyası altında kalması da sürpriz olurdu zaten. Hamit’i bedavaya alan Real Madrid ona ödediği yıllık ücret kadar bir rakama Galatasaray’a bonservisini verdi. Olan sakatlık belası yüzünden Hamit’in bir yılına oldu.

Nuri Şahin
Xabi Alonso’nun alternatifi olarak alınan Nuri, şampiyon Dortmund’dan Real Madrid’e geldiği taraftarın bakışı pozitifti ama sakatlıklar onun da İspanya kariyerini kabusa çevirdi. Marca ve As gazeteleri günde 10 sayfa ayırdıkları Real Madrid sayfalarında Nuri’nin sahalara dönüş tarihinin sürekli ertelendiğini manşet yapmaktan usanmadılar. Hamit ve Mesut ile birlikte forma giymek en büyük avantajıydı ama iyileştikten sonra Milli takımla maça çıkması bile Madrid’e ihanet olarak yorumlandı. Alonso’nun rotasyondaki alternatifi olan Nuri’ye ancak sezonun ikinci yarısında şans veren Mourinho, uzun maraton boyunca Xabi Alonso’dan hiç vazgeçmedi. “Real Madrid treni bir futbolcunun kariyerinde bir kere geçer” sözü meşhurdur futbol dünyasında. Nuri’nin Real Madrid tercihi doğruydu ama Real Madrid’in Nuri’den kolay vazgeçmesi ne kadar doğru, bunu yıllar gösterecek.

Emre Belözoğlu
Lazio’ya attığı iki aşırtma golle ve son haftada Juventus’a kaybettikleri şampiyonlukla hatırlanan Inter kariyerine, ardından Newcastle günleri. Boğaz’ın Maradona’sı hep o oldu. Emre Belözoğlu, Fenerbahçe’de futbolu bırakmayı düşünürken bir kez daha soluğu dış hatlarda aldı. Tayfun Korkut nasıl Nihat’a Sociedad kapılarını açtıysa, Arda da ağabeyim dediği Emre’ye oynadığı futbolla Atletico Madrid’in kapısını araladı. Avrupa’da kalburüstü bir orta saha oyuncusunu bonservisi cebindeyken kim istemez ki? Atletico Madrid, orta sahasında kadro derinliği yaratmak adına, sportif direktörü Caminero’nun dediği gibi “Onun tecrübelerinden çok faydalanacağız” dediği Emre Belözoğlu biraz da menajer Jorge Mendes’in yardımlarıyla kırmızı-beyazlı formayı giydi. Galatasaraylı olarak bilinirken Fenerbahçe’ye transfer olduğunda “Ben Fenerbahçeliydim” diyerek çocukluğunda tuttuğu takımı ilk kez açıklayan Emre, Madrid’de As Gazetesi’ne verdiği röportajda “10 yaşımdan beri Atletico Madrid’i takip ediyorum” diyerek bir başka hatırasını da bu kez İspanyollarla paylaşmış oldu... (4-4-2 Türkiye // Ağustos 2012)


Pasion Turca
Aile geleneklerine göre eğitilen Desideria, yörenin zenginlerinden Ramiro ile evlenmesine karşılık mutsuz ve tekdüze bir yaşam sürer. Genç kadın arkadaşlarıyla birlikte tatil yapmak üzere, İspanya'dan Türkiye'ye gelir. Grubun rehberliğini yapan bir Türk genci Yaman'a aşık olur.”
Doksanların ortasında İspanya’da Türk algısına bir başka bakış açısı getiren Vicente Aranda’nın yazıp yönettiği “La Pasion Turca” (Türk Tutkusu) adlı film kısaca böyle anlatır kendini. Oryantalizmin doruklarında dolanan, Goya Ödülleri’nde 1995 yılında 12 dalda aday olan film, bizde pek ses getirmese de prodüktörünü İspanya’da ihya etmişti. Güzin Özipek ve Rasim Öztekin’in de tutkulu ama bir o kadar da batıdan uzak Yaman’ın anne ve kardeşini oynadığı “Türk Tutkusu”, İspanya imzalı “Midnight Express” eleştirileri de almıştı. Aradan 15 yıl geçmiş olmasına rağmen “La Pasion Turca” bugün hala İspanyolların gözünde bir Türkiye referansı. İtalya’da “Fumare come turco” (Türk gibi –çok- sigara içmek) ya da Osmanlı’ya ithafen söylenen “Mamma li Turchi” (Annecim, Türkler) ile gelişen olumsuz yargıların Endülüs topraklarındaki sinematografik bir tezahürüydü bu film...

İki Dakikada Dünya

6 Eylül 2012

!?

Büyük acıların harflerle anlatılmadığını
geç öğrendim
oysa ki yokluğunuza
bir soru işareti, bir ünlem yetermiş....

3 Eylül 2012

Usta

Usta, birine usta demek güzel biliyor musun? Bilirsin elbet, bizim mesleğin hiç ilanı olmadı ki usta, kim aradı ki muhabiri, editörü ilanlardan. Kim gazeteci olabildi ki bir pazar altını çizdiği bir ilandan. Afilli reklam ajansı ilanlarını yazan metin yazarlarına da beraber gülmüyor muyduk? Ne aradıklarını kendileri de bilmiyorlardı ya... Bugün neden buradayım, burada yazıyorum, bunu biliyorum. Sayende... O gün neden oradaydım, bilmiyordum. Garip ve tesadüftü, aynı mahallenin çocuğuyduk, Bebek kahvede, semtin sokaklarında az rastlaşmamıştık. Senin yüzün o köşedeki yüzdü, selam verirdim, alırdın. Niye konuşmazdık o zamanlar bilmem... Sonra bir gün, İstanbul’un bir ucunda, eskilerin nefret ettiği o semtte karşılaştık. Kim olduğumu öğrenmiştin, cv falan hikayeydi... Elime bir İngilizce haber tutuşturdun, bunu çevir dedin. Bilimsel bir makaleydi, bir tıp araştırması, internetten bulmuş, çıktısını almıştın. Yemin ediyorum gram keyif almadım, bu türden haberler yapacaksam bir hafta burada durmam dedim kendi kendime. Sonra başladık, yeni iyidir, yeni gazete iyi midir peki? Değildir... Zordu, arşiv yoktu, İnternet dediğin Altavista yılları. Ekip güzeldi, şimdi dönüp bakıyorum, ne kadar zor böyle bir mutfağı kurmak, ne kadar zor o insanları bir araya toplamak. Arşivi olmayan gazete için az mı çabaladık, spor servisi iki de bir kapımızı çalardı, kültür-sanat, dış haberler... Milyon da sattı gazete ama sevdik mi, çok mu bizdi, değildi işte. Sonra bir dergi yaptık, haftalık, gazetenin yanında ek. Sonra rekabet ayağına uyananlar peşimizden geldi. İnternet Mahir’i aradığım o günü hatırlıyor musun? Telefonda yalvarmıştı, ne olur bu sayfayı kaldıralım, yardım edin demişti. Farkında değildi başına geleceklerin, daha haber olmamıştı. Arkadaşlarının dalga geçmek için hazırladığı sayfa onu Internet Mahir yapacaktı. O telefonun ardından haberi bir gün tuttuk da elimizde patladı. Bugün özel dediğim ne haber varsa ertesi gün çıksın isterim, elimde patlayan her haberde o gün gelir aklıma... Portal ile portakalın zor ayrıldığı yıllardı. Yine öndeydin... Gazeteden kopup internet yayıncılığına başladığımızda kurduğun kadro bir daha kurulamadı Usta. Bunu sen de biliyorsun, hepimiz de bildik çok sonra. 11 Eylül saldırısında ilk fotoğrafı memlekette yayınladığımız zamanlar, Emre-Okan’ın Inter’e transferini patlatışımız, onlarca özel haber, araştırma, dosya... Google yoktu yahu işte. Kendi dizinlerimizi oluşturmuştuk arama zımbırtısı niyetine, çok tıklanıyor demiştin... Kasaplık yapmadık hiç, hiç et satmadık o sayfalarda... Portege’leri getirttiğinde aklımız başımızdan gitmişti, şimdilerin netbookları kadar ufak aletler tam 11 yıl önce! Sonra memleketin bitmeyen bir krizi, hepimizi başka sokaklara savurdu... Güzel sigara içerdin, sonra bıraktın ama birlikte az tüttürmedik İkitelli yollarında senin Amerikan’da... Güzel arabaydı be Usta. O deli trafikte saatlerce konuştuğumuzu, futboldan çıkıp elektronik mürekkebe nasıl geldiğimizi şimdi hatırlıyorum da herkesin dediği gibi hoş sohbet adamdın be usta... Sonra ben gittim semtten, sen de gittin o mahalleden. Senin beni, benim seni okuduğumuzu ikimiz de biliyorduk. Aradın, çok konu oldu anlaşamadık, bazen ben bazen sen muhafazakardın, hiç kırmadın ama beni. Usta’nın lafı üstüne lafımız olmaz türünden bir meslek de değil ki bizimki, kızdırırdım bazen seni... Ne olduğunu biliyordum, sormadım biliyorsun, sen de söylemeyecektin zaten, söylemedin de. Sigarayı bırakmıştın, o gece o yemekte karşımda sigara içmeme izin de verdin. Sağol Usta. Savrulan giden yıllardan, projelerden, olanlardan, olmayanlardan bahsettik. Zevkli adamdın, iyi yemek, iyi şarap, hiç şaşırmadım sonra yazılarına. Bir tek Q klavyeyi bırakamadım ama gün geldi F’yi de öğrenmek şart oldu. Evet, tamam Q gibi değil ama yazıyorum artık F Mac’lerde. Bahardı, Bebek Kahve’de rastlaştık yine, ben cenaze olmasa yanından geçmiyorum artık biliyorsun Affan gitti gideli... Sarıldık, sana müteşekkir olduğumu söylemediysem de öyleydim Usta. Yolu sen açmıştın... Ezan okunmaya başlandı, bir çay bile içemedik o gün ona yanarım.. Sonra o gün, sabah kalktığımda senin gittiğini, elbette ki İnternet’ten öğrendim, ne telefon olsun isterdim ne de yüzüme birisinin söylemesini. Internet, sendin... Biri sadece adını ve soyadını yazmıştı twitter’da, anladım, kapattım bilgisayarı.. Siyah ceketin sol yakasındaki iğnelere eklemedim seni, suretini yüreğime gömdüm... Sıcaktı ama sen giderken inan rüzgar çıktı. İyilerin önce gittiğini herkes bilir, o öğlen bir kez daha öğrettin... Hakkını helal et Usta, sen herkesten fazla iyiydin...