2 Eylül 2015

Hayat Varsa Umut Vardır


"Hayat varsa umut vardır" ile geç tanıştım. Bana bir İspanyol dostum öğretti, Euro 2008'de bizim milli takım masal gibi bir turnuva oynarken ve "Tamam işte buraya kadar" dediğimiz her anda koltuklarımızdan fırlayıp finali hayal ederken dilimizden düşmedi. Almanya karşısına ideal 11'imizle çıkamadığımız yarı finalde bile "Hayat varsa umut vardır"a sırtımızı dayadık. Bugün de günlerden "Hayat varsa umut vardır" günü. Konya'da bu akşam Hollanda Milli Takımı ile oynayacak A Milli Takım. Euro 2016'ya gitmek için kazanmaktan başka çaremiz yok. Mart ayında daha iyi oynayıp Amsterdam'da elimizden kaçırdığımız Portakallar çok değil iki yıl önce de "Ya tamam ya devam" maçında karşımıza çıkmış Kadıköy'den 2-0 ile evlerine dönmüşlerdi. Avrupa'nın en tutkulu milli takım taraftarına sahip, gittikleri her stadyumun tribünlerini turuncuya boyayan Hollanda, bayrağı; kırmızı-beyaz-maviden oluşurken neden turuncu formayla sahaya çıkar, oradan başlayalım, zaten total futbol demeden de bitirmenin imkanı yok! 
İtalyanlar neden Gök Mavililer (Azzurri) ise Hollanda da o yüzden Turuncudur (Portakallar) dersek Çizme'ye bir pas atmış oluruz. İki ülke için artık kült mertebesine ulaşmış bu formalar, renklerini tarihteki krallıklardan alıyor. İtalya'da, 1946'da tarihe karışan Savoy Hanedanı'nın bayrak rengi, İtalyan Milli Takımı'nda varlığını sürdürürken, Hollanda'nın bağımsızlığı için savaş veren 1. William Ailesi'nin hanedanın bayrağındaki turuncu ve aslan amblemi, Hollanda Milli Takımı'nın forma rengini ve armasını belirledi. Peki nasıl oluyor da tek galibiyetimizi 1998 yılında 1-0 ile aldığımız, nüfusumuzun beşte biri kadar olan bu ülke üç Dünya Kupası'nda final oynuyor, Avrupa Şampiyonası'nı kazanıyor ve her yıl onlarca yıldızı dünya futboluna armağan edip, kıtanın en klas golcülerini yetiştiriyor? Cevabı bin sayfada da anlatılabilir ya da tek bir satırda da: Hollandalılar yediden yetmişe değil, üçten yetmişe spor yapıyor. Futbol en popüler spor elbette ama 17 milyonluk ülkede aktif spor yapmayan ya da hayatının bir döneminde bir sporla amatör de olsa uğraşmayan insan yok. Babalar ve anneler spor yapınca, kuşaktan kuşağa kalan bir miras gibi, çocuklar da üç-dört yaşından itibaren futboldan tenise, bisikletten patene aklınıza gelen her spor dalında ter döküyor. Hollanda'da spor, kazanma kültürü üzerine kurulu değil. Doğrularını insanın suratına hiç sektirmeden söylemekle meşhur, kültürel birikimleriyle komşularına fark atan, dağı tepesi olmayan bu ülkenin insanları spor yapmaktan keyif alıyorlar, eğleniyorlar. Spor onlar için boş zamanlarda yapılan bir aktivite değil. Spor, Hollanda'da mutlu olma biçimi... Johan Cruyff'tan, Marco Van Basten'e, Gullit'ten Dennis Bergkamp'a, bugün Fenerbahçe forması giyen Van Persie'ye, Hollanda'nın en çok forma giyen futbolcusu olmak isteyen Galatasaraylı Wesley Sneijder'e, Arjen Robben'den bu sezon Manchester United formasıyla Premier Lig'i sallamaya giden Memphis Depay'a kadar, milli takımı bırakmış, Türk futboluna da son üç yılda damga vurmuş Dirk Kuyt'tan Arie Haan'a kadar Hollanda futbolunda kim yetişmişse bunun sırrı erken yaşta futbola başlamak ve 4-3-3 ile takım oyunu ve yardımlaşmayı yeni yetmeliğinde öğrenmelerinde saklı. 
Hollanda'daki futbol kulübü sayısı 3 bin. 36 profesyonel kulüp dışında kalan amatör kulüplerin altyapıları, profesyonel kulüplerin altyapılarıyla her yaş grubunda oynarken, kayıtlı futbolcu sayısı 1 milyon 200 bin. 480 bin genç oyuncu altyapılarda Sneijder, Robben ve Van Persie'nin üstteki fotoğraflarındaki gibi poz veriyor ve yaptıkları spordan keyif alıyorlar. Ülkenin her kasabasında her köyünde insanlar amatör kulüplerin destekçisi, biri çimleri kesiyor, biri formaları yıkıyor... Federasyon da her yıl amatör kulüplerin masraflarını karşılamak için sağlam bir bütçe ayırıyor. Dört yaşındaki çocukların 4'erli takımlarla, yedi yaşındaki çocukların yedi kişilik takımlarla oynadığı Hollanda altyapılarında 11 yaşındaki çocuklar nizami saha ve 11 kişilik takımlarla tanışıyorlar. Total futbolun tarifi o kadar zor değil. Savunmacılar, hücum yapmayı bilecek, forvetler de savunma yapmayı... Bu akşam maçı inşallah kazanırız ama asıl kazanacağımız gün, anne-babaları da spor yaparken mutlu olmuş kuşakların çocukları bu ülkede spor yaptığında, kazanmanın tek mutluluk olmadığını anladıkları gündür... Zor mu? Hayat varsa umut vardır. 

30 Ağustos 2015

İlhan Cavcav'ın Değirmeni

Stuart Baxter, 10 yıllık futbol kariyerinde dokuz takımın formasını giymiş. Memleketi İskoçya'dan Avustralya'ya, İsveç'ten ABD'ye uzanan miş'li bir kariyer çünkü futbolculuğunda olduğu gibi teknik adamlığında da Baxter ismi futbol dünyamızda bize birşeyler hatırlatmıyor. İskandinav ülkelerinden Japonya'ya, oradan Güney Afrika'ya uzanan hocalık kariyerinin son durağı Gençlerbirliği oldu Baxter'ın. Onu haziran ayı sonunda Gençlerbirliği Başkanı İlhan Cavcav'ın yanında gördük. Yetenekli yabancı futbolcuları keşfetme yeteneğiyle Türk futbolunda ayrı bir yeri olan Cavcav yeni hocası için "Uzun süre araştırıp takımın başına getirdik. Çok teknik adam değiştirdiğimi söylüyorlar. Takımımın menfaatleri doğrultusunda gerekirse değil yedi, 17 teknik adam değiştiririm. Hocamız, çalıştığı yerlerde şampiyonluklar ve kupalar kazanmış bir isim" dedi. Biz de "Hadi hayırlısı" dedik... Sonrası ise gerçekten fıkra gibi... Memlekette bütün kulüpler borç batağında yüzerken, kasasında 50 milyon var denilen Gençlerbirliği, lige iki mağlubiyetle başladı. Olabilir, futbol bu... Sonuçta üç kupalı Galatasaray'da o iki haftada bir puan alabilmiş. Baxter'ı uzun süre araştırmış Cavcav, İskoç teknik adamı iki hafta sonunda kapının önüne koydu. Aslında nasıl gittiği değil, nasıl bu lige geldiği merak konusu olan Stuart Baxter da açtı ağzını yumdu gözünü: "Kulüp başkanı beni yanına çağırıp, bağırıp çağırmaya başladı, küfür etti. Sonra 'Eşyalarını toplayıp, gidebilirsin' dedi. Onun gibi birisini daha önce görmedim. Hiçbir zaman ismimi hatırlayamadı. O kafadan kontak, acayip biri. Benimle her gün toplantılar yapıyor, sakat futbolcuları günde dört kez özel antrenörlerle çalıştırıyordu." Baxter futbola yıllarını vermiş bir emekçi olabilir ama bir yerde yanlış yapmıştı. İlhan Cavcav onu uzun süre araştırıp bulmuştu ama Baxter, Cavcav'ın kim olduğunu bilmiyordu. 34 yıldır Gençlerbirliği'nin başında olan Cavcav 51 kez teknik direktör değiştirmişti. Baxter iki maçta görev yaparken şanslıydı aslında 1987'de Hüsnü Macurni'nin biletini ilk maçın ardından kesmişti Cavcav. Zaten geçen sezon da Kemal Özdeş takımı yaz döneminde hazırlamış ama lige başlamak ona kısmet olmamıştı. Bütün bunların Baxter'ın umrunda olmadığı da ortada. Tazminatı neyse banka hesabına yatacak olan İskoç teknik adam "Gidip dünya rugby şampiyonasını izleyeceğim. Cape Town'daki tanıdıklarımı ziyaret edeceğim" diyerek kestirip attı. Anlayacağınız bir yabancı hocanın daha servetine katkıda bulunduk ülke olarak... Gençlerbirliği şimdi yeni teknik direktörünü arıyor. "Bulunduğumuz durumdan son derece rahatsızım" diyen İlhan Cavcav hepimize bir çağrı yaptı: "Yıllardır futbolun içerisindeyim. Ancak takımın başına getirecek çalıştırıcı bulamıyorum. Herkes bize bu konuda yardımcı olsun." Güler misin ağlar mısın vardır ya hayatta; buyrun tercih sizin... 

Kahveni iç ve kampı terk et
İlhan Cavcav ile futbol dünyasında yarışacak başkanlar var(dı) elbette. Atletico Madrid'e 17 yılda 141 futbolcu transfer eden Jesus Gil, 39 teknik direktörün işine son vermişti. İtalya'da Inter kulübü, Marcelo Lippi'yi daha ligin ikinci haftasında kovduğunda "Pes!" denmişti ama Jesus Gil daha iyisini yapmıştı bile. Daha resmi maç oynamadan, sezon başında çekilen takım posteri masasına geldiğinde Joaquin Pero'yu "Tipin kayık çıkmış" deyip kapının önüne koymuştu. Olympiakos'un efsane başkanı Socratis Kokkalis, Gil'in performansını yakalayamasa da istatistiğiyle göz doldurdu. Kokkalis, 17 yılda 20 kez hoca değiştirdi. Peru'da sezon başı hazırlık kampını bitiren ve ligin ilk hafta maçı için kampa giren Coronel Bolognesi'de teknik direktör Raul Marcovich'in hedefi üç puandı. Sabah takımla birlikte kahvaltı ederken, telefonu çaldı. Başkan "Kahveni iç ve kampı terk et," dedi. Beterin beteri var mı? Var! 2010'da İngiltere'de yerel ligde (Sussex County Ligi) Chichester City'nin rakibi Redhill'di. 1873'te kurulan kulüp, maça iyi başlamış, ikinci yarıda da oyunu 2-1 önde götürüyordu. Gözü sahadaki oyunda olan teknik direktör Mark Poulton'ın yedek kulübesinde otururken cep telefonu çaldı. Ekranda kulüp yönetici Gary Walker'ın ismi yazıyordu. Poulton telefonu açtı ve... Walker kısa kesti: "Mark, rahatsız ediyorum ama kovuldun!"